21 Kasım 2012 Çarşamba

TUTUKLU ASKERLERİMİZ ve BİR ÖZELEŞTİRİ



Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe'de yatanların her mektubu yüreğimizi yakıyor, hukuksuzluğa isyan ediyoruz. Özgürlükleri en büyük dileğimiz ve hedefimiz. Onlar içeride iken özgür olmak bile bizi rahatsız ediyor. İktidarın yaklaşımlarını ise hiç gündeme dahi getirmiyorum. Bu hukuksuzluğu yaratanların kafasına geçirmek boynumuzun borcudur.

Ancak, tarihten ders almaz isek tarihin tekerrürü kaçınılmazdır. Yaşadıklarımızı değerlendirerek, eleştirerek önümüzdeki yolda kazaya uğrama olasılığımızı düşürmek elimizdedir. Düşmanımızı tanıdık, silahlarını gördük, taktiklerini çözdük. Bundan sonra eskiye göre daha hazırlıklı olmamız gerekir.

TSK çok büyük bir gaflete düşmüştür. İşbirlikçilerinin desteğini de alan güçler, TSK ni pusuya düşürmüşlerdir. Ama burada TSK nin de tartışılması gerekir.

Genel Kurmay dinleniyor, yazışmalar elden ele dolaşıyor, bilgisayarlara müdahale ediliyor, askeri bölgelerde, lojmanlarda habersizce veya arama sırasında sahte evrak ve CD'ler gizlenip sonra bulunuyor. Bunlar TSK'nin içinde bulunduğu yetersizliği göstermeye yeterlidir.

Tüm yaşanan hukuksuzlukların öncesinde, 2007 yılında dönemin Genel Kurmay Başkanı, Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında ne olduğu hala anlaşılamayan bir yazı yayınlayarak AKP nin ekmeğine yağ sürmüştü. O yazı üzerine AKP horozlanarak, demokrasi havariliğine soyunmuş, E-MUHTIRA tanımını siyaset lügatına sokmuş ve anti militarist söylemlerle konumunu çok güçlendirmişti. (AKP bu gün o yazı için muhtıra değildi demeye başlamıştır.) Konuşulanların mezara gideceği Dolmabahçe görüşmeleri ile birlikte TSK ne yönelik açık sözlü saldırılarda o olayla başlamıştır.

TSK ile ilgili iktidarın hedefi belli idi. Yavaş yavaş ama açıkça ortaya konmuştu. TSK ni en azından yıpratmak istediklerinin sıradan vatandaş bile farkındaydı.

Açılan ilk kampanya Askeri Darbeler artık bitmiştir, bundan sonra askeri darbe olmaz iddiası iktidar, yandaşları, aydınlar, AB ve ABD tarafından desteklendi ve topluma kabullendirildi. TSK nin elinden Cumhuriyet'i Koruma ve Kollama Görevini almayı amaçlayan bu tuzağa düşmemesi gereken TSK bile bu tuzağa düşmüş hatta bu doğrultuda açıklamalar yapmıştır.

Oysa, Koruma ve Kollama Görevi yasa ile TSK ne verilmişti. TSK, içindeki iktidara yandaş olanların da gizli propagandası ile bu görev ihmal etti.

Bu gelişmeleri, Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ ve diğer Komutan'lar ya değerlendiremedi ya da gerekli tedbirleri almadı.

Büyük bir basiretsizlik de tutuklama ve aramalarda yaşandı. Temelsiz iddialar ile Teğmen'den başlayan ve sonuçta Eski Genel Kurmay Başkanı'na varan tutuklamalar oldu. Bu süreç doğru yönetilemedi. Bu gün tutuklu olan o dönemin Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ makamının gerektirdiği sorumluluğu taşıyamadı. Yine tutuklu olan Komutanlar da gidişe müdahale etmedi/edemedi. Belki de düzenle kavgalı olmamak için, belki gafletten. TSK savunmaya çekildi. Saldırılara karşı saldırı geliştiremedi.

Ordu'nun beyni diyebileceğimiz Kozmik Oda'ya iki Astsubayın cebinde Bülent Arınç'ın ev adresinin krokisi bulundu diye girildi. TSK nin bütün sırları, planları, stratejileri ele geçirildi. Kimlere servis edildiği dahi bilinmiyor. Hukuksuzluk ve saldırılar ya oradan çıkan belgelerden alınan bilgilerle veya o eylemden alınan cesaretle hızlanarak ve küstahlaşarak arttı. Ama Genel Kurmay buna bile tepkisiz kaldı.

İlk Teğmen teslim edilmeseydi. MGK irticai faaliyetlerin takibini ve önlenmesini kararlaştırmıştır. Anayasa Mahkemesi'de AKP nin irticai tehdit olduğunu hüküm altına almıştır. TSK Anayasa Mahkemesi'nin hükmü doğrultusunda MGK nın kararlarını uygulamıştır. TSK ve hiç bir personeli suçlanamaz ve hiç bir suçu kabul edemez. Suç iddiası varsa da bu suç askeridir ve Askeri Yargı'da araştırılacaktır denilseydi. Polis Karargah'a biber gazı ile mi girecekti? Ya da bu günkünden daha mı karışık bir hal alacaktı hukuk?

Kozmik Oda devletin kalbidir. Ne polis, ne hakim ne de savcı girebilir denilseydi ne olurdu? Polis ve TSK silahlı çatışmaya mı girerdi? Girseydi, TSK bu gün iktidarın içinde bulunduğu durumdan daha mı haksız konuma düşerdi?

İktidar olma gücü her türlü haksızlığı kapatır diyenler kısmen haklıdır. Haklı olan, doğru olan sahip olduğu gücü ve yetkiyi kullanmazsa güç haksızın eline geçer. İsmet İnönü'nün "Bir toplumda iyiler, kötüler kadar cesur olmaz ise, o toplum batar" sözünde ki cesareti sadece savaş meydanında düşman üzerine gitmek olarak yorumlamak olmaz. Kötünün her silahını kötüye karşı kullanmak, bu sözü daha iyi açıklar. Ne yazık ki, bu fırsat o aşamada kaçırılmıştı.

Değinmek istediğim bir diğer hususta zindandaki komutanların bireysel tavırları üzerine. İçinde bulunduğumuz durumda, Cumhuriyet'in sorumluluğunu hisseden her vatandaş elini taşın altına sokmasının gerekliliğinin farkında. Üzerine düşen neyse yapmaya hazır.

Cumhuriyet'i korumak ve kollamak görevi yasa ile kendisine verilmiş bir kurumun mensubu askerlerin de o dönem ki teslimiyetçi tutumları da hoş görülmemeli. TSK askerinin, en alt kademeden en üst kademeye kadar, ülkenin gerçekleri ortada iken teslim olmak için kendi ayakları ile gidip kelepçeye ellerini uzatmaları hukuka saygı adı altında açıklanamaz. Hukuk elastik bir yapıdadır. Bu gün siyah olan, yarın beyaz olursa, eski beyaz düzen dışı olur ve yasalar onu yargılar. Bu gerçeği görenler, doğru ve haklı oldukları ölçüde hele ki görevi Cumhuriyet'i korumak ve kollamak olan TSK personeli teslim olamaz.

Hasan Tahsin adı hepimizin gönlünde yatar. O ilk kurşunu sıkarken, kendi canını düşünmemişti, ya da işgalcilerin hukukunu tanımamıştı. O doğru olduğuna inandığını yapmıştı ve kurtuluş mücadelesinde bir kıvılcım çakmıştı. O kıvılcım bu tarihte yakılmadı. Kitleleri, kurumları ayağa kaldıracak hiç bir eylem yapılmadı. Mektupta da yazdığı gibi Komutanımın kuzu kuzu teslim olmak bir meziyet gibi algılandı. Asker teslim olur mu? Her askerin belinde beylik silahı, her silahta en az altı kurşun vardı. Bu beylik silahı neden taşıdıklarını düşündüler mi?

Milli Mücadele'yi başlatan başta Atatürk olmak üzere o ve silah arkadaşları haklarında açılan davalara itibar ettiler mi? Haklarında çıkan idam fermanları onların mücadelelerini durdurdu mu?

Mahkeme'lerde biz masumuz, biz bir şey yapmadık diyenler, o yapmadıkları şeyler için orada olduklarının farkındalar mı acaba? Eğer rüzgar terse esseydi bu gün gerek içeride, gerekse dışarıda ki muvazzaf veya emekli bir kısmının Vatana İhanet veya Görevi İhmalden Askeri Yargı da yargılanıyor olacaklarının farkındalar mı?

Kurum olarak TSK ni ve kişi olarak komutanlara yönelik eleştirilerim, TSK nin gönlümdeki yerini değiştirmez. TSK her zaman bu Cumhuriyet'in millet ile beraber bekçisi olacaktır. Şimdi görev başında ki komuta kademesi her ne kadar iktidar ile aynı yolun yolcusu olsa da, TSK nin içinde daha nice Yurtseverler, nice Atatürkçü'ler vardır. Ve gerektiğinde onlar da bu mücadelede bizlerle olacaklardır.

Bu yazıyı körü körüne bir eleştiri veya suçlama amacı ile kaleme almıyorum. Biz eğer bu gerçekleri kabul etmez isek mücadeleye eksik bir irade ile başlamış oluruz. TSK nden sonra hedefte bir çok kurum var. Onların bu hataları tekrarlamaları gerek. Ya İstiklal Ya Ölüm diyerek kazanılan milli mücadele önümüzde örnek olmalı.